Nyala'da 24 saat!
Yeni bir hafta biterken dolu dolu
geçen bir haftanın içinden kısa bir kesit ile merhaba. Nyala Türkiye Eğitim ve Araştırma
hastanesindeki son yirmi dört saatimle sizlerleyim;
Üzerimde müthiş bir ağırlık ve
boğazımda havanın kuraklığı, içimi acıtan bir susama hissi ile gözlerimi
açtığımda odanın etrafını boydan boya geçen çamaşır ipine asılı yıkanmış
elbiseler bana günaydın diyor. Soluma dönüp baktığımda yanımdaki arkadaşım
çoktan uyanmış su ısıtıp sabah sabah boğazını sıcak bir şeyler ile ıslatmak için
yemekhaneye çoktan yolu almış. Yorgun
bir şekilde yataktan doğrulup terliklerimi buluyor ve sarı ışığın
aydınlatmaktan çok sadece yol gösterdiği banyoda Pamukkale travertenleri gibi
olmuş klozete bakarken göz yuvalarımı bu kireçli suyla yıkadığımı düşünüp çok
fazla su tüketmemeye çalışıyorum. Sonra birkaç adımda beyaz fayanslar dizili
uzun koridordan yürüyüp yemekhaneye uyanmak için bir bardak sıcak kahve almaya
geçiyorum. Sanırım oda arkadaşımdan başka uyanan yok herkes belki de havanın
soğuyabileceğini umarak sabahlamış ama nafile. Etraf gece yanan açık hava
fırınında çıkmış bir manzara eşliğinde sizi sıcak kollarına davet ediyor. Bizse
içerde klimanın soğuk rüzgarı eşliğinde tenimizde bir tatlı rahatlama
hissederek odaya geçiyoruz ve yurttan sesler duymak için sabah haberlerini
bilgisayarda yakalamaya uğraşıyoruz. Ülkem hiç değişmemiş; siyasi çirkin
söylemler, hırsızlık ve kaza haberleri, amansız hastalık Covid ve ülkemde hiç
bitmeyen sınır savaşları. İnsan zamanla kaderine mi teslim oluyor yoksa
kaderini mi yaşıyor bu memlekette bilmiyorum. İçim buruk bir halde alt yazıdan
geçen haberleri yakalarken gözlerim, ağzımda sabah kahvesinin keskinliğinin
beni yeniden uyandırması ile merhaba diyebiliyorum güne.
Yoğun bir ameliyat mesaisi sonrası her yerimden terler boşalmış ve siyah formamda beyaz tuz lekeleri çoktan çıkmış bile. Bunlar belki de alın terinin farklı şekilleri olsa da vicdanen burada görevimi yaptığımın kanıtı. Tüm kaslarımda müthiş bir yorgunluğu, ayaklarımdaki dermansızlığı ve boğazımdaki müthiş kuruluğu sonuna kadar yaşıyorum. Susuzluk hissiyle gırtlağımın birbirine yapıştığını bilerek çıkıyorum ameliyathaneden. Buz gibi soğuk bir su ve yumuşak bir yatağın hayaliyle adımlarımı beyaz parkede hızlandırıyor ve yanımdan hızlıca akan Türkiye’den manzara resimlerine dikkat kesilmeden odama doğru akıyorum. Odamda beni karşılayan Dr. Ömer abim tabakta soyulmuş limon ve kavun konusuna benzer taze mango ile beni davet ediyor meyve tabağına ancak gözüm ve aklım suda. Afrika da 40 dereceye varan gündüz sıcaklığı ve çoğunlukla yüzde sıfır nem ile akşama kadar kurumamak elde değil. Yalnız ne ilginç ki burada biz Türklerden başka ne su içen var ne de sigara içen. Tamam anladık sigara harama yakın mekruh ondan içmiyorsunuz da su içmemek neden ki acaba. Sonra bugün ameliyatta cildini kesmeye çalıştığım bu insanların derilerinin parşömen kağıtı gibi kalın oluşu ve cilt altı yağ dokusunun olmayışı aklıma geliyor. Kafamda çarklar dönüyor ve kendimce bir hipotez çıkarıyorum ‘Sanırım bu coğrafyada bu cilt durumu su kaybını engellemiş!’ Ama bizim beyaz tenlerimiz sıcakta kavrulup sararan beyaz kağıtlar gibi solmaya yatkın ve dayanıksız.
Böylesine sıcak çöl ikliminde
odada çalışan klima, bizleri vaha görmüş bedevi gibi sevinç içerisinde
dinlenmeye ve yeni hülyalara dalmak üzere rahat yatağa çağırıyor. Elbiselerin
olmadığı çamaşır ipine bakarak yarı açık ceza evi kıvamındaki odamızda zamanı
tüketmek için derinlere ve uykuya dalmaya çalışırken tüm günün yorgunluğu
üzerimizden akıp gidiyor sanki.
Bu görev aslında bizler için
sadece insanlara yardım ederek ruhumuzu,
insanlığımızı tamir etmek için değil kendi kişisel ve fiziksel gelişimimizi
geliştirmek için de bir fırsat arenası. Bu arenada beş dakika boş durmak sanki
bana buradan kalkıp başka diyarlara gidecek bir treni kaçırma hissiyatı
veriyor. Bu düşünce ile olsa arkadaşlarla Nyala İngilizce Bölümünde görevli
hocamız ile İngilizcemizi geliştirme imkanını kaçıramazdım. Mesai sonrası
arkadaşlarla en azından az çok bildiğimiz bir lisanı geliştirme becerisi
üstlenmek beyin egzersizi yapmanın farklı bir yolu burada. Kurs bitişinde
selamlaşıp ‘ See you tomorrrow. İnşallah!’ diyerek ayrılıyorum ve günü dolduracak
yeni bir yürüyüş rotası çizerek hastane dışında tekrar özgürlüğümü hissetmek
için tabanları yağlıyorum arkadaşlarla. Artık eşekle su çeken çocuklar veya
ufaklıkların ‘Money Turki!’ lafları bizlere doğal gelmeye başlamış. Toprak
yollardan ve mahalle aralarından geçip , kızıl topraklar içerisinde bulunan ve
girişini çeşitli çiçekli ağaçların süslediği, kırmızı tuğlalardan örülü apart,
eski İngiliz oteli Savana’ya geliyor ve orada
ki arkadaşlarımızı görüyoruz. Pataloji doktoru Tamer abi burada beslediği
kedilerin babası gibi resmen ve etrafımızı bir kedi topluluğu sarıyor onunla
hayvanları beslerken . Bu dinlence yerinde kediler dışında, huzur, sessizlik ve
dinginlik var. Ama tabiat kurumuş, toprak çatlamış ve yeni yeşerecek kurak
otlar bir ay sonra yağacak muson yağmurlarını bekliyor.

Kampüs içine vardığımızda bir
anda medeniyete vardığımızı hissediyoruz ki bunu sağlayan tek şey sanırım
asfalt yolda yürümenin bize kattığı tozsuz bir adımlama olsa gerek. Çeşitli
ağaçlar arasındaki sararmış kuru otlar arasında gezinen kertenkeleler
çoğunlukta olsa da şanslıysanız sincap, tavşan ve hatta mirket bile
görebiliyorsunuz yolculuğun bu kısmında. Fakülteleri sıra sıra geçerken artık
gün batımı bize doğru ufukta yaklaşıyor. Adımlarımız artık daha bir gayretli ve
hızlı atıyoruz ki güneşin batması ile medeniyetten uzak bu yerde bize destek
olabilecek bir sokak lambası olmayacağını ve bizi sadece fener gibi yanan
yıldızların rehberliğinin hastanemize ulaştıracağını biliyoruz. Hastanemiz
görüldükçe içimizde yeni evimize varabilmenin verdiği tebessüm ve güven hissi
yüzlerimizde beliriyor. Hastane etrafına serilen örtülerin üzerinde bazı
insanlar tencere ve tabakları ile gün batımını beklerken, bir kısmı da yerde
serdiği örtüde namazını kılmayı bekliyor, bir diğer grup kadın ve çocuklar ise
toplamış oldukları plastik sandalyelerden bir kafe düzeni oluşturup yemek
sonrası çay ve kahve içmeye gelecek müşterilerini bekliyorlar. Tam bir panayır
havası var ortamda ve herkes sıcak bir günü sonlandırıp biraz olsun
serinleyebileceğini ve güneşini kavuruculuğundan kurtulacağı için mutlu.
Hastanemize girip yemekhanemize gittiğimizde Ramazan ustanın son hazırlıklarını yaptığını ve beş yıldızlı otelin şef garsonları gibi bizleri büyük bir istekle yemeğe beklediğini görebiliyoruz. Memleketinden bu kadar uzakta bir insan topluluğunu her yemek öğününde mutlu gönderebilmek ne kadar zor bir iş olsa da bunu çok başarılı bir şekilde yapabildikleri için tüm yemekhane çalışanları bizlerinde ayrıca kişisel olarak teşekkürlerini hep almışlardır. Ve belki de günün tüm yorgunluğunu alan ve her fincanda hayatı yudumlamak gayesi olan çay saatinde kamelyalar ve oturma alanları bir anda muhabbet mekanlarına dönüşüyor yemek sonrası. Telefonda borsa takip edenler, haber okuyanlar, sigarasını çayın yudumları ile birleştirenler, sevdikleri ile muhabbet bağını koparmamaya çalışanlar vs. Sanki hayat yeniden doğuyor gibi bu saatte burada. Bir kısım insanlar hemen yürümeye koyulurken, bir kısım masa tenisi oynamaya, bir başka grup ise voleybol oynamaya çalışıp günün stresini farklı bir fiziksel zorlama ile sıfırlama derdinde. Vakit geçtikçe herkes yavaş yavaş kendi hobilerine dönmeye ve kendi özünü dinlendirmeye çekiliyor.
Gökyüzü aydınlık bir dolunay
altında yıldızlar sanki silinmiş gecenin aydınlığında. Geldiğimden beri koca
bir ay geçmiş burada ve tarihin rakamsal ifadelerinden çok tabiatın buyruğu
olan ay takvimi gökyüzünde bana sesleniyor. Burada ay takvimi ile zaman algısı
oluşturmak o kadar kolay ki Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu coğrafyalarda
hicri takvimin kullanılması bundan olsa gerek diye düşünüyorum.
Bembeyaz gecede elimde kitabım ve
kulağımda hafif bir müzik eşliğinde kitap okumanın lezzeti. Günün sıcaklığından
kalan yeşil otların serinletme hissini ve sessizliği arada bahçıvanın bahçeye
bağladığı eşşeğinin anırma sesleri bölse de keyfime diyecek yok. Artık küçük
şeylerde büyük mutlulukları yakalayabilmek çok kolay.
Yakın bir zamanda yoksul halka ve
çadır kampların ziyaretinde edindiğim insan manzaraları ile görüşmek dileğiyle…
Emeklerinize saglık bayram bey
YanıtlaSilemeklerine sağlık adaş. Haberler son dakika haberler
YanıtlaSil