Yeni bir haftadan ve covitsiz,
maskesiz, özgürce havayı ciğerlerimize sonuna kadar çekebileceğimiz ve
yeşilliklere kendimizi atacağımız gelecek güzel günlerin hayaliyle herkese
selamlar.
Geride kalan bir aya dönüp
baktığımda artık burada ki düzensiz düzene ve yaşam şeklime tamamen alıştığımı
görebiliyorum. Eskiden yaz tatilinde memurların uğrak deniz kenarı ucuz ama bir
o kadarda sevimli kampları olurdu. TCDD, DSi gibi kurumların veya memurların
kaldığı bu kamplara benzetiyorum burayı. Yemek saatinden, çalışma ve çay
saatine kadar her şey düzenli bir yapıda ve her şey ne eksik, ne fazla. Aslına
bakarsanız daha öncede bahsettiğim gibi burası Nyala’da yaşayan ortalama gelire
sahip bir insana göre yedi yıldızlı otel konforunda. Su, elektrik, soğuk bir
mekan ve yiyecek yemekten başka Afrika’nın orta yerinde çalışan biri daha ne
isteyebilir ki. İnsan burada elindekilerinin kıymetini bilmeyi öğreniyor
diyebilirim. Televizyon yokmuş, net yavaşmış veya her zaman istediğin
ihtiyaçlarına ulaşamıyormuşsun gibi gelebilir buradaki yaşayış ama kaçımız
‘Olmasa da olur!’ dediğimiz zaman hayatımızdaki fazlalıkların bu kadar çabuk
azalabildiğini görebiliyor ki. Bir düşünsenize almayı düşündüğünüz yeni model araba,
yeni güzel spor ayakkabı vs vs. listeyi bu kadar uzatmak yerine elimizdekilerin
bizi mutlu edebileceğini anladığımız zaman dünyamız ve hayat görüşümüz tamamen
değişiyor. Franz Kafka’nın ‘Dönüşüm’ adlı kitabındaki gibi zihinsel olarak
evrildiğimi ve iyi yönde gelişme kaydettiğimi hissedebiliyorum. Bu yüzden tüm
herkesin hayatında arada bir zorluklarla dolu yolculuklara çıkması ve yeni
hayatlar görmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu bloğu yazmaya başladığımdan
beri etrafı daha iyi gözlemleyip bir şeyler aktarabilmek için her şeyi daha
dikkatli seyrettiğimi de fark ettim. Yazmak kadar, bir şeyleri aktarabilmekte
bizleri geliştiriyormuş bunu öğrendim. Yine bu gözlemlerimden sizi üniversite
içi yürüyüş rotamdaki gözlemlerimle başka diyarlara sürüklemeyi düşünüyorum. Daha önceden kısa da olsa bahsettiğim Afrika
kokan devasa Baobab ağaçları yol üstünde etrafta kızıl kumların arasından
sıyrılıp zorlu iklim koşullarına ve sıcağa meydan okurcasına manzaranızı
süslüyor. Bu ağaçların gövdeleri boyuna ve yapraklarına göre orantısız derecede
büyük. Boyu 18 metreyi bulan bu açların eni 30 metreye kadar çıkabilmekte.
Yalnız bulunduğumuz bu dönemde ağaçlar kurumuş gibi çıplak ve yapraksız görünse
de bir ay sonra başlayacak olan Muson yağmurları ile yeşermeye ve koca gövdesini
su tankı gibi doldurmaya hazırlar. Kampüs içerisinde yıldırım çarpması ile
devrilen bir Baobab ağacının içinin ne kadar boş olabildiğini ve hayata inat
kökleriyle hayata tutunup gökyüzüne dallarını uzattığını görüyorsunuz. Ayrıca
bu ağaçların portakal boyutunda bir meyvesi de oluyormuş ve bu meyvenin etli
kısmı ekşi tadını azaltmak için şeker katılarak lezzetli bir şekilde
yenilebiliyormuş.
Mühendislik, tıp ve hukuk gibi
çeşitli bölümlerin bulunduğu üniversite de bana ilginç Hukuk Fakültesi ve
Şeriat isminin aynı tabelada görülmesiydi. Bu ülkenin şeri kurallarla
yönetilmesinden kaynaklı olsa da bunun üniversite de her hukuk öğrencisine
öğretilmesi ve bu insanların önlerine gelen davalarda dengeyi nasıl kuracakları
çok zor bir iş olsa gerek. Eski Yunan mitolojisinde ki tanrıca Themis kadın ve bakire olması ile
bağımsızlığı simgelerken elindeki kılıçla verilen cezaların caydırıcılığını ve
gücü ayrıca diğer elindeki teraziyle ise dengeli dağıtılan adaleti
anlatmaktadır. Buradaki heykelin ise ne kılıcı, ne kadını ne de tam olan bir
terazisi kalmıştır. Tüm geri kalan toplumlar gibi adalet buralarda sadece bir
kelimeden ibaret. Bu bana çok şeyler hatırlatsa da bunları yazmak için
hatıraların uygun bir yer olmadığını düşünüyorum. Sudan’a gelirseniz ‘Hafız’
diye bir kelime duyarsanız bu kafanızda hiç de mübarek ve güzel şeyler
çağrıştırmasın. Bu kelime bizim ülkemizde bildiğimiz rüşvete eşdeğer olup
çeşitli kamu görevi üstelenen kişiler tarafından düzenli olarak alınmaktadır.
Dediğim gibi düzensiz düzen var burada ve bazı şeylerin değişmesi için bir
sosyokültürel devrimden daha fazla şeye ihtiyaçları var. Bu olaylar bana İranlı
ünlü keman virtözü olan Farid Farjad’ın Şah devriminden sonra ülkesinden kaçıp
Ankara’da verdiği konser sonrası sözlerini hatırlattı.
‘‘Burası tıpkı ülkem gibi
kokuyor. Yalnız sizler çok şanslısınız ki babanız; Atatürk’ünüz var. Umarım bir
gün benim ülkem de bu kadar şanslı olur.’’
Kampüs yolculuğumuzda bizlere
eşlik eden renk renk konteynırların oluşturduğu metalik gökkuşağı metrelerce
bizi bırakmıyor. Bunların Nyala Üniversitesi kurulurken gelen hibe yardımlar
sonrası burada kalan ve geri taşımanın masraflı olması sebebiyle çürümeye
bırakılan konteynırlardan oluşuyor. Konteynır kent olarak adlandırdığım bu
metal yığınlarının aslında evsiz mülteciler için nasıl bir güzel çözüm yolu
olduğunu düşünsem de bunların satılık olduğunu ve insanların metalik bir ev
alacak paraları olmadığı için çürümelerinin daha uygun olduğunu düşünmüşler
sanırım. Tüm bu düşünceler içinde gece karanlığına kalmadan eşekle su çeken
çocukların ve otlaklardan gelen hayvanların eşliğinde hastanemize varıyoruz. Karanlık
olmadan hastane etrafında akşam oturulmaya hazırlanan mobil kahvehaneler yeni
müşterileri için hazırlıklara başlamış oluyor bile.
Bazı akşamların vazgeçilmezi
hastane kenarındaki ‘Starbucks’ olmadan olmazdı bu yazı zaten. Bu mekanları
kendi düşündüğünüz dükkanlar gibi düşünmeyin sakın. Nede olsa Afrika’nın orta
yerinde çöl iklimine yakın bir yerde sanırım gerçek Starbucks beklemek saçmalık
olurdu. Bu yerler akşam karanlığında hastane tarafından ışıklandırılmış duvar
kenarında kurulan plastik sandalyelerin oluşturduğu açık hava kahvehaneleri desek daha doğru olur.
Eski küçük ilçelerin panayırını andıran oturma yerlerinde ‘Cevene’ kahvesi
tatmaya sözüm olduğu için bu hafta bu lezzeti tatmadan yapamazdım. Daha önce
söylemiştim bu işletmeler kadınlar ve çocukları tarafından işletiliyor. Akşam
sıcaktan bunalan ve deniz kenarı oturması gibi buraya gelen erkekler nargile
veya sigaralarını tüttürürken bir yandan da kahvelerini yudumlayabiliyorlar.
Çay ve kahvenin farklı şekilleri var ama biz bunu tecrübe edenlerimizin
beğendiği şekliyle yani zencefilli olarak sipariş ettik cevenelerimizi. İlk
içimde acı bir tat olsa da sonraki yudumlarda boğazınızdan geçen ılık kahvenin zencefil
eşliğinde boğazınızda tüm gün biriktirdiği çöl kumunu temizlediğini
hissediyorsunuz. Bir kahve sever olarak kesinlikle tadılması gereken bir lezzet
olduğunu düşünüyorum. Bu kahveyi güzel yapan bir şeyde sanırım burada kahve pişirmek için tek yol olan kömür
ateşinde yavaş pişirilmesi olsa gerek. İşletme sahibi kadınların ocak başında o
kadar usta tavırlar içinde emektar elleriyle yanan kor ateşi tutup kenara alabildiklerini
görmek bizlerin içini ürpertmişti doğrusu.
Son olarak bu haftaki yazımda gitmeyi
beklediğim yoksul ve mültecilerin kaldığı kamplardan bahsedeceğim. Bazı
arkadaşlarımın gittiği ve edindikleri izlenimlere göre koşullar gerçekten
berbat durumda. Çoğu insanın eşeklerle taşınan içme suları ve bir tas yemek
dışında bir şeyleri yok. Ev denilen yapı daha çok kamış benzeri duvarlardan
oluşan derme çatma yapılar. Ama bu insanların ve özellikle de çocukların
gözlerinde umut ışığını görmemek elde değil. Hayatlarındaki tüm zorluklara
rağmen gülümsemeyi bilen bu insanlar gibi mutlu kalabilmek dileğiyle. Hoşça
kalın…
Bayram hocam yazılarınızı ilgiyle, merakla takip ediyoruz. Sevgiler, selamlar.
YanıtlaSilYine muhteşem bir yazı olmuş, bir sonraki yazıyı sabırsızlıkla bekliyorum, selamlar dr.um
YanıtlaSilAğzına sağlık doktorum.Mutlu olmak istiyorsak imkanları bizden iyi olanlara bakmak yerine kötü durumda olanlara bakmalıyız,sözünün bir kere daha ne kadar doğru olduğunu hatırlattın.Kolay gelsin.N.Kaya
YanıtlaSilKardeşim muhteşem bir yazı... Okurken düşündüğüm, düşünürken de bir çok kez şükrettiğim. Elindekini kaybetmeden kıymetini bilmenin önemini, mutluluğun maddi olmadığını ne güzel anlatmışsın. Yüreğine, kalemine sağlık...
YanıtlaSilsonuna kadar merakla okudum çok etkileyici bir yazı ve yaşanmışlık.yüreğine kalemine sağlık bayram Hocam.
YanıtlaSilAtilla Aydın
SilBayram hocam gelince bahçeye bir boabab fidesi ekersin artık 😄
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilCharles has taught at quantity of|numerous|a variety of} institutions including Goldman Sachs, Morgan Stanley, Societe Generale, tons of|and a lot of} extra. Whether you’re an employee, a commercial business or a non-profit organization, we’ll present you the varieties you’ll want to finish to apply for a playing license. Each software is different and it is difficult to offer a particular time frame. A multi-national corporation will take far longer to finish than a sole proprietor who has lived his or her complete life 점보카지노 in Minnesota. The Gambling Enforcement Division believes that many essay contests meet the statutory definition of a "bet," and that the winners of such contests are selected by probability.
YanıtlaSil