Uzun bir aradan sonra sizlere
Sudan izlenimlerimde hastane işleyişi, burada çalışanlar ve hastalardan genel
olarak görebildiğim ve gözlemeyebildiğim kadarını sizlere bol resimli bir hayat kesiti şeklinde sunmaya çalışacağım.
‘’Nyala Sudan Turkısh Hospıtal’’ olarak geçen
hastanemiz 1990-2004 yılları arasında çıkan iç savaş ve sonrasında milyonlarca
evsiz, ailesiz ve mülteci olarak kalmış insanların bulunduğu Nyala’nın
güneyinde ve şehir merkezinin biraz uzağındadır. Ancak bu savaş mağduru
insanların bulunduğu yere yakın bir konumdadır. Hastaneye gelirken etrafta
hiçbir betonarme yapının olmaması sebebiyle ve hele ki gece ışıklandırmanın
sadece hastanemiz civarında olması sebebiyle hastane ve çevresi etraftaki
insanlar için bir yeni hayat merkezi gibi algılanıyor.
Gündüz çoğu insanın buradaki
devlet hastanesinde doktora ve sağlık yardımına ulaşamadığı durumda en büyük
alternatifi hastanemiz diyebilirim. Burada verilen sağlık hizmet şekli ve
kalitesi ise diğer hastaneler ile kıyas bile edilemez. Yalnız burada şunu
belirtmeliyim ki burada hiçbir şeyi kendi ülkemiz ile kıyaslamamak gerekiyor.
Çünkü böylesine iç savaş ve yokluk yıllarından geçen ve insanlarının alım
gücünün olmadığı bir yerde bir damla su bile bazen Amazon’un taşıdığı
ırmaklardan bile daha değerli olabiliyor. Esas amaç burada savaş mağduru
insanların bakımı iken buradaki sağlık sunumuna duyulan teveccüh, normal
hastaların ve sağlık sigortası olan hastalara da mütavazi bir ücret
karşılığında sağlık hizmeti verilmesini gerektirmiş. Güney Darfur bölgesi ki bu
bölgenin gayri resmi olarak 7-8 milyonluk bir nüfusa dayandığı düşünülürse,
burada referans bir hastane olmak kolay olmasa gerek.
Hastanemiz tek katlı komple bir
sağlık kampüsü gibi. İçerisinde poliklinik, servisler, idari bina ve burada
kalan personellerin lojmanları ve misafirhaneleri ile şekillenmiş. Ayrıca eski
İngiliz sömürgesi olan bu ülkede ikamet eden İngilizlerden kalma ‘savana’ denilen ve bizlere 2 km mesafede kurumuş
otlar içerisinde otantik kırmızı taş tuğla kaplı ve kertenkelelerin yollarında
cirit attığı ayrı bir misafirhane de bulunuyor. Mesai bitiminde biz Türk
çalışanlar için hastane etrafında yürüyüş, masa tenisi, voleybol oynama,okey,
kağıt oyunları, tavla, mini spor salonunda çalışma gibi günlük vakit geçirmeye
yardımcı aktivitelerle eğlenmek mümkün. Ama bizlerin iletişiminin ve hatta eğlencemizin büyük kısmını sağlayan
internet kullanımı ve tedariği ciddi sıkıntı içerisinde. Çok yavaş bile olsa
internete girip sörf yapabilmek veya Türkiye’deki yakınlarımızla konuşabilmek
çölde vaha bulmaya eş değer olabiliyor.
Bunun dışında hastane arkasındaki
kamelyalarda yemek sonrası ele alınan çaylarını yudumlayan Türk çalışanlar
genelde günün kısa bir sohbetini yaparak kendilerini akşamın sessiz
dinginliğinde soğumaya çalışan Afrika ufkuna bakarak kendilerini dinlendirmeye
çalışıyorlar. Açık gökyüzünde gördüğümüz
ay şekli ise bizi şaşırtıyor. Çünkü burada hilal şeklindeki ayın uçları yukarı
bakıyor ki bu aslında bu coğrafyada yaşayan ülkelerin bayraklarındaki hilalin
şeklinin neden bizimki gibi durmadığını açıklar.
Çaylarımızı yudumladığımız sırada muhakkak
yakınlarımızda daha önce üzerinden araba geçirmesi sonrası felç kalan ve arka
ayaklarını kullanamayan (paraplejik) kedimiz Gofret ayaklarımıza sürtünmeye
başlıyor. Son hafta ortalıktan kaybolan kedimizin hayatından endişe duysak da
doğanın böylesine zorlu koşullarında, sakatlığına rağmen güzel bir hayatının
son dönemini yaşadığını ve sakatlığı boyunca ona ilgi ile herkesin baktığını ve
bunun onun için mutluluk olduğunu düşünebilirsek içimizde biraz olsun rahatlama
oluyor.
Burada yürüyüş, koşu gibi spor
etkinliği yapmak ve kendine bu konuda vakit ayırmak çok kolay. Sanırım tüm
medeni toplumları etkisi altına alan Tv, internet, sosyal medya yokluğu hiç de
fena değilmiş aslında. Hatta kendimize ayırabileceğimiz o vakitlerde bazen
beraberce börek, pasta ve kurabiye pişirip afiyetle yiyebiliyoruz. Güzel ve
serin havalarda ise yakınlardaki Nyala Üniversitesine yürüyüş yaparak tüm
seslerden ve hayatlardan uzakta, kampüs eşsiz yalnızlığında Afrika çöllerinin
bazı kısımlarını gözlemeyebiliyorsunuz. Susuz, kurak ve alabildiğine kızıla
çalan bu topraklarda bulunan bazı ağaçlar su bulmak için köklerini o kadar
derinlere saplamış ki gövdeleri ve dalları ile koca apartmanları andırıyor doğrusu.
Yalnız geceleyin biraz yürüyüşü geciktirirseniz kampüs içerisinde hiç ışık
olmadığı için yolu bulmakta zorlanabilir ve hatta bizler gibi kaybolabilirsiniz
de. Dedim ya size burada telefon, internet ve Google Amca yok ki yolu soralım.
Ama ben bunda da iyi bir şeyler bulduğumu düşünüyorum. Etraf o kadar ışıklardan
uzak oluyor ki zifiri karanlık dediğimiz
bu havada tabi ki de hiç bulut olmadığı için gökyüzündeki yıldızlar sanki
önünüze halı gibi serilmiş size ışıklarla görsel bir şölen sunuyor. Küçük ayı,
Büyük ayı gibi takım yıldızları ve hatta Samanyolu Galaksisinin bir sarmalı
bile gözünüzün seriliyor. Boynunuzu yukarı dikip bakmaktan karanlıkta yola
uzanmaya çalışan çalılıklar kolunuza sürtüp sizi o zifiri karanlık gecede
ürkütebiliyor.
Kampüs ve hastane arasında
yürürken gördüğümüz su kuyularının etrafının eşek arabası kullanan çocuklarla
dolu olduğunu görüyoruz. Su kuyularından eşekle su çeken ve bu yolla para
kazanan çocuklar kendileri için bir çalışma fırsatı yaratmış. Hemen bunun
yakınında bulunan büyük su borularının neden işlev görmediğini sorduğumuzda
bunları döşemek için gelen Çinlilerin yerel halk tarafından bazılarının
öldürülerek geri kalanların ise korkutularak kaçırıldığını öğreniyoruz. Su
kuyularının yakınındaki benzin istasyonuna benzeyen döküntü binanın önünde
yığılı kocaman tekerlekleri olan ve sanki Hint filminden fırlamış gibi duran
kamyon ve otobüslerin uzunca sıralar yaptığını ve aslında hepsinin kendi
ülkelerinde çıkan ancak bulmalarının zor olduğu motorin kuyruğunda olduklarını
öğreniyoruz.
Burada yol ve ulaşım büyük
sıkıntı. Nyala’dan başkent Hartum’a ulaşım karayolu ile 2 gün sürebiliyor
(1300km). Tabi ki de burada havayolu var ancak alım gücü insanların o kadar
düşük bu yokluk içerisinde çoğu insan
için bu ulaşım şekli çok lüks. Hal böyle olunca da çölden geçebilecek dört
çeker dev tekerlekli kamyon ve otobüslerin içerisinde ve hatta üzerinde balık
istifi tıka basa dolmuş insanların camlardan, tavanlardan sarkan kol bacak
kısımlarını görebiliyorsunuz. Hastaneye
yaklaştıkça bir panayır yeri gibi ışıklı yerler ve bu alanları plastik
sandalyeler ile sınırlayan bayanların akşam çay, kahve ( Cevene; yerel
zencefilli bir kahve) sattıklarını izleyebiliyorsunuz. Ben henüz bunu tatmamış
olsam da arkadaşlarımın önerisi ile en kısa zamanda kapalı suyumu ve bardağımı
alarak cevene tatmaya gitmeyi planladım.
Hastane tabelasının hemen
yanındaki saçla kaplı alanın toprak zemininde, uzak yerlerden gelen insanların
yerlere ulu orta uzanmış ve bazılarının uyumuş olduğunu görüyorsunuz. Ertesi
gün tedavi almayı veya hastanede yatan hastalarını bekleyen bu insanlar için bu
durum gayet normal şekildeymiş gibi davrandıklarını görmek beni baya
şaşırtmıştı doğrusu. Sürü şeklinde ki bu insanların içindeki şanslı veya zengin
olanları ise demir bir karyola kiralayıp o açık alanda karyola üstünde demir
yaylar üstünde çok keyifli şekilde uyuyorlar.
Hafta içi sabahın erken saatlerinde civar köy,
şehir ve hatta Çad gibi yakın ülkelerden gelen hastalar poliklinik sırası
alarak belki de uzun zamandır ulaşamadıkları muayene olma hizmetini
alabildikleri için ne kadar kalabalık ve yoğun olsa da bu duruma müteşekkirler.
Böylesine sıcak ve tozlu yollardan geçerek hastaneye gelen bu insanlar için
klimalı ve her yerin pırıl pırıl olduğu bir yerde tedavi imkanı bulmak
gerçekten çok değerli bir hizmet. Şanslı olanların oturacak yer, tekerlekli
sandalye veya sedye bulduğu koridorlarda ayakta bekleyen insanlar bile
dinginlik içerisinde sıralarını bekliyorlar. Her bekleme alanında prize takılı
telefon ve power bank görüyorsunuz. Çünkü dışarda elektrik bulup da şarz
edebilecekleri yerleri yok bu insanların. Sabah 8:00 de başlayan poliklinik
saatinde hastalar kendilerine gelecek olan sırayı bizim ülkemizde alışık
olduğumuz ‘sıram geçti’ kavgasından uzak bir tavırla ve sükunetle bekliyorlar.
Hastaların zaten tedavisi o kadar gecikmiş oluyor ki oradaki bir iki saatlik
bekleme hastalar için kısa bile geliyor olabilir. Bir Ortopedi Uzmanı olarak bana 3 haftalık izlenimimde gelen
ilginç hastalar 1 aylık uyluk kemiği kırığı, 3 aylık omuz çıkığı,2 yıllık kol
kemiğinin kırığı, 2,5 aylık çocuk dirsek çıkığı ve daha bir sürü ihmal edilmiş
hastalıklar şeklinde uzatılabilir. Kendi gözlemlerim ve arkadaşlarımın da
izlenimi Sudanlı hastaların gerçekten de ağrı eşiklerinin çok yüksek olduğu. Bu
böyle olmasa zaten bir insan nasıl aylarca veya hatta yıllarca kolunu bacağını
kullanmadan hayatına devam edebilir ki. Aslında bazen şunu düşünüyorum ‘Ben
olmasam bu insanlar burada ne olacaktı veya burası olmayınca bunlar ne
yapıyordu ki?’ . Bizim burada aslında yaptığımız denizde bir damla suyu
damıtmak gibi dursa da bu insanlara yardım etmek için gelmiş olduğumuz gerçeği
ile düşünüldüğünde mantıksal olarak çok yerinde bir iş. Gönül isterdi ki burada
insanların alım gücünün yükselmesini sağlayacak fabrikalar ve iş imkanları olan
yerler yapılmış olsa da insanlar zaten para kazandığı için sağlık hizmetini
alabilse. Ancak dünyada düzen hiçbir zaman sizin düşündüğünüz şekliyle veya
mantıklı şekliyle işlemiyor ki bu kaotik yerde bir düzene otursun. Burada Beyin
Cerrahisinde görevli Uzman Dr Alp abimin dediği gibi ‘Biz buraya Sudan’ı
kurtarmaya gelmedik. İnsanlara yardımcı olmaya geldik.’ Aslına bakarsanız sizi
bu kadar umutsuz ve çözümsüz sorun içinde rahatlatan güzel bir söz olduğu için
ben çok sevdim bu deyişi.
Burada bize ilginç gelen
şeylerden biri de hasta isimleri aslında. Sudanlıların çoğunluğu arap olmasa
bile arap kültürü ve bedevi kültürünü ve onlardan görmeye alışık olduğumuz
baba, dede isimleri ile anılmayı o kadar benimsemişler ki. Mesela ‘Medina
Abdullah Muhammed İbrahim’ isminde olan bir hastanın veya benzer isimdeki
‘Mahmut Abdullah Muhammed İsmail ‘ öyle güzel karıştırılabiliyor ki. Birde buna
bizlerin Arapça bilmemesi katılınca gel de bu problemin içerisinden çık
çıkabilirsen. Ayrıca burası şeriat ile yönetilen ve demokrasi yolunda yeni
adımlar atan bir ülke konumunda olsa da dört kadın ile evlilik, İslami giyim
kuşam şekli herkes tarafından tatbik ediliyor. Bizler için dışarda beyaz olmak
dışında daha modern kıyafetlerle gezmek demek çok daha fazla dikkatlerini
çekmemize sebep oluyor. Hal böyle olunca da sizlere daha öncede belirttiğim
fazla fotoğraf çekememe durumu ortaya çıkıyor. Zamanında beyaz insan tarafından
sömürülen ve hala kemiklerine kadar eti sıyrılmaya çalışan bu ülkede beyaz olmak
bu açıdan zor ve insanların fotoğraf çekerken size bakışı nahoş olabiliyor.
Tüm bu farklılıkları ve bu
ülkenin neden bu kadar medeniyetten uzak kaldığını düşünce aslında biz
Türklerin şanslı olduğunu anlıyorum. Çünkü Atatürk gibi bir lider tarafından yapılması
gereken inkılaplar yapılamamış burada. Cumhuriyetin emekleme yıllarında
fabrikaların bacası tütmeseydi ve en önemlisi de toplumsal eşitliğin,
kadınların topluma siyasi ve birey olarak kazandırılması gerçekleşmesiydi
ülkemizde şuan bu tarz sorunlarla boğuşuyor olacaktık. Bu yüzden ülkemizin
kıymetini bilmek ve bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmak herkesin en temel
görevi olmalı bence. Sözlerimi burada bitirirken bugünlerde kendimi bulduğum
bir şiir alıntısı yapmak istedim. Sağlıcakla kalın…
YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey
beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye
alacaksın, yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir
laboratuvarda insanlar için
ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin
insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna
zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu
bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye
alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem
de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme
inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır
ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse
de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye
deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda,
daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla
bileceğiz bunu,
fakat
yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki
yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla
birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani,
duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede
olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem
de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani
bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün
birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri
karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı
bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Selamın aleyküm hocam nasılsınız sizi çok özledik hayırlı Ramazanlar diliyorum Allah'a emanet olun Mustafa çalımlı 🤗
YanıtlaSilİlgiyle okudum doktorum. Kendine sağlıcakla bak. En yakın zamanda görüşmek dileğiyle. Hayırlı ramazanlar...
YanıtlaSilHocam bloglarınızı ilgiyle okuyorum. Devamını bekliyoruz...
YanıtlaSilEline sağlık, Allah yardımcınız olsun. Hayırlı ramazanlar dilerim.
YanıtlaSilAllah yar ve yardımcınız olsun dr bey yazınızı takip ediyorum hayırlı ramazanlar
YanıtlaSilAllah yar ve yardımcınız olsun dr bey yazınızı takip ediyorum hayırlı ramazanlar
YanıtlaSilM.Akif
YanıtlaSilYine muhteşem tasvirler.Sudanda bulunmuş gibi hissettirdi
Çok pardon mesajı yanlış yerden yazıyorum sanırım
SilCLARE Smyth Crown Casino, UK Online Casino - Vntopbet dafabet dafabet 카지노사이트 카지노사이트 963Gw2 Genesis | Casino in Singapore
YanıtlaSil